Nerede O Eski Günler?

28.09.2024
Selahattin ÇEKİÇ Selahattin ÇEKİÇ

Bu sabah saat 6’da uyandım. Gözlerim yarı kapalı, alışkanlıkla yataktan kalkıp soğuk havayı hissetmek için pencereyi açtım. Sabahın o erken saatlerinde, dışarıdaki serinlik yüzüme vurduğunda bir an çocukluğuma gittim. Zaman adeta geri sardı ve kendimi, simit satmak için namaz saatinden önce uyanıp fırına gittiğimiz o günlerde buldum. Sabahın sessizliği, o dönemin en belirgin hatırası olarak zihnimde canlandı.

O günlerde sokaklar henüz insanlarla dolmamış, hava soğuk ama bir o kadar da duru olurdu. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte, adeta şehrin ruhunu hissederdik. Soğuk rüzgâr yüzümüzü hafifçe ısırırken, üzerimizdeki ince montlara sarılıp daha da hızlanırdık. Çocukluktan gelen bir enerjiyle, soğuk bizi caydırmazdı. Şimdi düşünüyorum da, o soğuk bile sıcaktı. İçinde bir samimiyet, bir yakınlık, bir aidiyet vardı. Bugün hissettiğim soğukla karşılaştırınca, sanki o eski soğuklar bile bir dost gibiydi.

Sabahları simit satmak, benim için sadece para kazanmak değil, bir yaşam biçimiydi. Fırından yeni çıkmış sıcacık simitlerin kokusu hâlâ burnumda. O taze kokunun, şehrin sessiz sabahına nasıl karıştığını unutmak mümkün değil. Ellerim üşüse de içimde bir heyecan, bir mutluluk olurdu. Sabah erken saatte işe koyulmanın, insanlara hizmet etmenin, sabah kahvaltısına simit yetiştirmek için gösterdiğim çabanın verdiği tatmin duygusu tarifsizdi.

O sabah yürüyüşleri, bugünkü hayatın koşuşturmasıyla kıyaslandığında daha anlamlı geliyor. Şimdi her şey daha hızlı, daha mekanik. Herkes bir yerlere yetişme telaşında, ama o günlerde zaman sanki daha yavaş, daha anlamlı akardı. Sabahın serinliği, bir anlığına bile olsa, bana o günleri yeniden yaşattı. O an anlam veremedim belki ama şimdi fark ediyorum ki rüzgâr, çocukluğumun masumiyetini, o dönemin sıcaklığını getirmişti.

Bu sabah ise Arundel Kalesi’nde bir drone çekimi yapmak için yola koyuldum. Şimdilerde Londra’da yazılım ve video çekimi işleri yaptığım bir ajansım var. İşler gereği sabahları erkenden kalkıp yola çıkmak, bir zamanlar simit satmak için fırına gitmekten pek de farklı değil. Hayat farklı şekillerde akıyor belki, ama o çocukluk hatıraları bir rüzgârla geri gelebiliyor.

Bazen düşünüyorum, nerede o eski günler? Hayatın sade ve yalın olduğu, küçük şeylerle mutlu olmayı bildiğimiz zamanlar. Belki o zamanlar maddi anlamda çok zengin değildik ama manevi olarak çok daha doluyduk. Sabah soğuğuna karşı yürümek bile bir anlam taşıyordu. Şimdi, sabahın erken saatlerinde yola koyulurken aynı ruh hâlini bulamıyorum. Her şey daha zor, daha karmaşık. Oysa eskiden, bir simit tezgâhının başında durup insanlara gülümsemek, güne iyi bir başlangıç yapmanın en güzel yolu gibiydi.

Şimdi de sabah rüzgârı beni hâlâ eski günlere götürüyor ama o zamanlardaki sıcaklığı bulmak zor. Hayat bizi büyüttü, sorumluluklarımız arttı, hızla akan bir dünyanın parçası olduk. Ancak o soğuk sabahlarda yüzümüze vuran rüzgârla hissettiğimiz masumiyet ve huzur hâlâ bir yerlerde saklı duruyor. Belki de o eski günlerin özlemi, bugünlerde sık sık peşimi bırakmıyor.

Sabah saat 7’de yola koyulduğumda, rüzgâr yine yüzüme vurdu. Bir anlığına çocukluğuma döndüm. Simit tezgâhının başında, ellerim üşürken içimi ısıtan o eski anıları hatırladım. O günlerin masumiyeti, şimdi sadece soğuk bir rüzgârla bile geri dönebiliyor. Ve anladım ki bazen en basit anılar bile içimizi ısıtmak için yeterli olabiliyor.

Nerede o eski günler mi? Belki o günler çoktan geride kaldı ama bizde bıraktıkları izler hâlâ hayatımızın bir parçası. Soğuk bir sabah rüzgârı bile o günlerin ruhunu taşıyabiliyor ve işte o an anlıyoruz ki aslında hiçbir şey tam olarak kaybolmuş değil.