BİZİM KIBLEMİZ DE YÖNÜMÜZ DE BELLİ

10.10.2024
Hüseyin Ayhan Hüseyin Ayhan

Adam Kayırma ve Liyakat

Kamu kurumlarında ve özel sektör olmak üzere tıplam 37 yıl görev yapmış birisi olarak ben de ülkemizde nelerin olduğunu, toplum olarak yaşadıklarımızın sebebini bu aralar iyice sorgular oldum; nedense beni tatmin edici bir cevap bulmadım.Galiba cevap bulmamda çok zor görünüyor...

Valla öyle gözüküyor ki ülke olarak şüpheli durumların aydınlanması ve kafamızdaki sorulara cevap bulmamız biraz daha zaman alacağa benziyor. Kendimden emin Olarak tek bildiğim ise şudur: Milletimiz üzerinde icra edilmek istenen emperyalist planları birlik ve beraberlik içerisinde ortaya koymak ve mücadele etmektir

Dünyaya ülke ve ülke vatandaşları olarak demokrasinin ve meşru halk iradesinin savunucusu olduğunu tüm dünyaya en güzel şekilde göstermektir.

Geldim son 25 yıldır ülkemizin hastalığı haline gelen Kayırmacılık,Adam Kayirmaciligi kelimelerine.

Kayırmacılık kelimesi, TDK sözlüğünde bu kelime şu şekilde tanımlanmaktadır.

“Belli bir birey, küme, düşünce ya da uygulamayı, bir başkasıyla karşılaştırıp aralarında bir seçim yapmak gerektiğinde nesnellikten uzaklaşıp yan tutma.”

Peki bu durumda Adam Kayırmacılık nedir? Adam kayırmacılık ise -yozlaşma ile iç içe geçmiş bir kavram olarak- karşımıza siyasal yozlaşmanın bir türü olarak çıkmaktadır.

Literatürde “iltimas”, “patronage”, “nepotizm”, “favoritizm” gibi kelimelerle ifade edilmektedir.

Halk arasında bu olgu daha çok “torpil”, ikincil nitelikte de “referans” olarak bilinmektedir.

Kamu görevlilerinin alımı, planlanması ve işten çıkarılması, yani kamu personel politikasında, partilerin, geniş anlamda diğer oluşumların cemaat,tarikat ve hatta bazı kiliselerin büyük etkisi sonucunda liyakatsiz kişilerin kanuna aykırı ya da kanunların dışında işe alınması şeklinde tanımlamıştır.

Oysaki biz biliriz ki, Adam kayırmacılığı siyasi bir enstrüman olarak birbirine zıt iki boyut teşekkül eder: Demek istediğim şu: Hem partiler tarafından iktidarını sağlamlaştırmak için hem de kayırılanlar tarafından devrimci-ihtilalci, yani devlet mekanizmasını bütünüyle ele geçirmeye yönelik hareketlerin öncül hazırlıkları olarak işlev görmektedirler.

Bu ülkede ne yazık ki 15 Temmuz gecesi ve 16 Temmuz sabahı yaşadıklarımız hiç şüphesiz, bir grup çıkarcı örgütlenmenin devlet yönetimini silah ile ele geçirme teşebbüsü ve terör faaliyetleri estirmesi ve ne yazık ki devlete güç gösterisidir.

Ortada bir suç olduğundan, bu konuda son söz sahibi -hukuk devleti olmamız gereği- hiç şüphesiz bağımsız yargı olacaktır.

Bu ülkede FETÖ/PDY oluşumu ve yapılanması ne yazık ki bugünün konusu değil 35-40 yıldır sürerken ne yazık ki halen sürmeye devam ediyor. Dün bunun adı FETÖ bugün METÖ ne fark eder. Amaç devleti ele geçirmek.

Bu yapılar siyaseten beslendikleri için ne yazık ki bu zamana kadar da devletin her kademesinde kendisine yer buldu ve bu yerini sağlamlaştırdığıni görmek mümkün.

Cemat ve tarikatlar ne yazık ki Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) iktidarı ise 2002 yılında yapılan genel seçimde toplam oyların yaklaşık % 35’ini alarak dümene geçmiş ve kadro ve teşkilatları vasıtasıyla genel ve yerel siyasete o zamandan bu yana yön vermiştir.

Bu parti tarfından kendisi gibi düşünen insanların devlet kadrolarında liyakatsiz ve ehliyetsiz bile olsalar yer edinmesini kendisi için bir tehlike olarak görmemiş, bilakis bu şekilde iktidarını dışarıdan gelecek tehlikelere karşı koruyabileceği refleksini geliştirmiştir. Öyleki "Kemalistlere karşın FETÖ ile işbirliği yaptık" denilerek bu iş bu yapılanmalar meşrulaştırılmıştır.

Fakat diğer yandan FETÖ/PDY oluşumu ve yapılanması devlet mekanizmasını bütünüyle ele geçirici hareketlerine bu şekilde hız vermiştir.2009 Bolu Abant toplantısını iyi irdelemek gerekiyor.

Sonuç olarak darbe yapmaya girişecek kadar güçlenmişlerdir! Dün FETÖ bugün METÖ yarın ise SUTO...

2006 yılında bir yazımda "cemaatler Sağlık Bakanlığında Cirit Atıyor" Yazısı ile cemaatlerin nasıl yapılandığını dahası iş takibinde kravat renklerinin anlamlarını bile yazmıştım. Bu ve buna benzer yazılarımı içeren bir kitap oluşturmuştur. Adı ise "SAĞLİKTA YAZDIKLARIM" Olarak yayınlamıştım.

Ne yazık ki süreç beni haklı çıkardı. Ülkemizde halen tehlike devam ediyor.

Gelelim devlete istihdam ve memutların görevine kısaca açıklarsak!

Devlet işlerinde, İltimas şüphe olmayacağı üzere hukuken korunmamakta, bilakis hukuken önleyici tedbirler geliştirilmektedir. Nitekim Anayasamızda herkesin kanun önünde eşit olduğu ve ırk, siyasi düşünce ve felsefi inanç benzeri sebeplerle ayrımcılığa uğratılamayacağına (m. 10); “hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez” hükmüne (m. 70/2) ve “Devlet kaynaklarının verimli şekilde kullanılması yükümlülüğüne” (m. 166/1) yer verilmiştir.

Yine 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda memurluğa alımlarda “Liyakat” temel ilke olarak benimsenmiştir (m. 3). Önleyici olarak ise anılan Kanun m. 7’de:

“Devlet memurları siyasi partiye üye olamazlar, herhangi bir siyasi parti, kişi veya zümrenin yararını veya zararını hedef tutan bir davranışta bulunamazlar; görevlerini yerine getirirlerken dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi ayırım yapamazlar; hiçbir şekilde siyasi ve ideolojik amaçlı beyanda ve eylemde bulunamazlar ve bu eylemlere katılamazlar denilse de günümüzde bunların hepsi yok edilmiştir.

Biz biliriz ki, Devlet memurları her durumda Devletin menfaatlerini korumak mecburiyetindedirler. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına ve kanunlarına aykırı olan, memleketin bağımsızlığını ve bütünlüğünü bozan Türkiye Cumhuriyetinin güvenliğini tehlikeye düşüren herhangi bir faaliyette bulunamazlar.telikte faaliyet gösteren herhangi bir harekete, gruplaşmaya, teşekküle veya derneğe katılamazlar, bunlara yardım edemezler.”şeklinde düzenleme yer alır

Yine Ceza hukuku açısından olaya bakacak olursak, iltimas karşımıza çok boyutlu bir şekilde çıkmaktadır. İlgili fiiller yerine göre “görevi kötüye kullanma” (TCK m. 257), “denetim görevinin ihlali” (TCK m. 251) ve “rüşvet” (TCK m. 252) gibi suçlardan dolayı cezalandırılabilecektir.[5]

İslam ahlakına göre, İltimas ve adam kayırma hukuken korunmadığı gibi hiçbir şekilde toplum nezdinde ahlaken de hoş görülmemiştir. Yüce dinimiz İslam’da emanetin ehline verilmesi gerektiği ilkesi adaletten ayrılmamak için temel bir düstur olarak kabul edilmiştir.

Şuana kadar izah etmeye çalıştığım durum ile sistematik adam kayırmanın demokrasi için ne kadar tehlikeli olabileceğini sizlerin okuyucularun takdirlerine bırakıyorum takdir sizlere aittir.

LİYAKATİN devlet personel alımı ve istihdamlarında ne kadar önemli olduğunu birkere daha vurguluyorum.

Bir dönem AK Parti’nin kurucuları arasında yer alan ve genel başkan yardımcılığı görevini yürüten, sonrasında parti ile yollarını ayıran Dengir Mir Mehmet Fırat’ın 2014 yılında bir açıklamasında sarfettiği şu sözleri ile bitiriyorum:

“Polis istihbarat biriminin güçlendirilmesi… MİT o gün askerin denetimi altındaydı. Sivil iktidarla hiçbir ilişkisi yoktu. Emniyet içinde bir istihbarat örgütünün hem hukuken, hem personel olarak güçlendirilmesi hedeflendi. O mekanizmanın aynı ideolojiyi, aynı inancı paylaşan insanlardan oluşmasının doğru olmadığı kanısındaydım. Sayın Başbakan’a, bunun yarın komplikasyonlar yaratacağını söylediğimde, “Kıblemizin aynı olduğu insanlardan bize zarar gelmez” demişti.

O gün destek verilen kişilerle, 15 Temmuz sonrası düşmanlık seviyesinde, hukuk dışı bir mücadele içine giriliyor. Bu insanları atayan, Başbakan’ın ifade ettiği gibi, Pennsylvania değil! Üçlü kararnameyle yapılan o atamalarda İçişleri Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın imzaları var.Ne dersiniz?

Hatırlarsanız o dönem yine bir yazımda Ceza Kanunu’nda yapılan değişikliklerle, bilinçli olarak, hukukun dışında teknik takip, ortam dinlemesi gibi imkânlar verilmişti. O dönem yazılar yazarak bunada karşı çıktım.Soruşturmalar geçirdim, hepsinden berat ettim. O gün bu durumun Türk topluma ve bize zarar vereceğini söyledim. Ama takdir yerine sopa yedim dedim ki mesele ülke meselesi ben dayak yiyeyim ama gerçek anlaşılsın ama dinletemedim.

Türkiye öyle bir hal aldı ki, artık herkes devletin kendisini dinlediği korkusuna kapıldı.Bu korku halen devam ediyor.

Cumhuriyete ve değerlere saldırı hız kesmeden devam ediyor. Fevzi çakmak cemaat ve tarikatlar için dış güçlerin kurdurduğu uç karakol dur.

Valla Fevzipaşa demişse bir bildiği vardır.

1921 yilinda Namik Kemalin de dedigi gibi 'Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini.. Yok imiş kurtaracak bahtı kara mâderini? “

Atatürk 1921 yılında TBMM kürsüsünden şöyle cevap verir.

"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini. Bulunur kurtaracak bahtı kara mâderini” -

Bugün bu kadar olsun.

Selamlar.

Hüseyin Ayhan

Danışman/Sosyolog